Lütfen aşağıdaki müzikle telaşsızca okuyun.
video görünmüyorsa tıkla
video görünmüyorsa tıkla
Böyle bir havada, bu saatlerde buradan hiç araba geçmezdi. Yolda birikmiş yağmur suyu bir lastik sesiyle hışırdayarak yırtılınca kafamı kitaptan kaldırıp kapıya çevirdim. Çünkü bir araba kapımın önünde durmuştu. Kof bir araç kapısı kapandı... Sonra bir şemsiye açıldı. Birisi bana geldi... Kim ki bu?
Kapıyı açtığımda yere bakıyordu. Ama O'nu tanıdım. Yüzünü kaldırdığında gözleri kan çanağı gibiydi. Ha uykusuzluk ha ağlamaktan, ne farkeder. Üstünde hiç düşünmedim. Rüzgardan başının yanına yapışmış kuru çınar yaprağını saçından alırken içeri buyur ettim. Elinde tek çantası, saçları çil çil pardesüsüne serpilmişti. Müziği kapatmamı ister misin diye sordum? Ben böyle havalarda camın önünde müzik ve çay eşliğinde kitap okumayı çok severim. Nefesinin buharı, dalga dalga camı yıkayan yağmur... Böylece camın ardındaki kirli ama göz alıcı dünya bir nebze silikleşiyor, insanı kendi içindeki en duru, en kırılgan benliğiyle başbaşa bırakıyordu.
Tekrar sordum, müziği kapatmamı ister misin? Başını sallayarak onayladı. Çay? Yine başını evet anlamında salladı. Vızıldayan çaydanlıktan cam kupaya çayını doldururken ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Benim evimde özel görevler yüklenmiş hiçbir şey kendi halinde kalamazdı. Gülümseyerek çayına biraz kır yeşilleri kattım, biraz alaca eflatunlar, pembeler, morlar ve biraz da simli beyazlar. Yeşil; evrenden sevgiyi alabilmesi, kalbini açabilmesi için. Pembe; mutluluk, enerji ve neşe için. Beyazlar ve simler; sağlık, şifa, erdem ve ilahi varlığına bağlantısı için. O bunu göremeyecekti muhtemelen. Ama bak işte, şimdi ve burada, avuçlarım arasındaki bu kupada fıkır fıkır birbiriyle oynaşan akışkan katmanlar dans ediyordu.
Şaşkın! Pardesüsünü bile çıkarmadan koltuğa öylece oturmuş ve başı hafif yere eğik, dalmıştı. Sanki bir şey diyip gidecek. Öyle olmayacağını biliyordum. Bunu daha önce çok yaşadım. Kim yıkılsa ve içinden çıkamadığı bir hale gelse, dinlenmek, huzur ve şifa bulmak için bu evime gelir ve burada istediği kadar kalıp dinlenirdi. İşaret edip üstündekini aldım ve ona hazırladığım büyülü çayını verdim. Artık sessiz ve yorumsuz mevcudiyetimizden başka sadece yağmurun tıkırtısı ve çaydanlığın vızıltısı kalmıştı.
Buraya neden geldiğini tahmin ediyordum. Çok yorulmuştu. Duygusal olarak çökmüştü. Bir an yolunu kaybetmiş ve Dünya'ya tahammülünü yitirmişti. Tek bir söz ağzımdan çıkmadı. Bunu herkes bilir. Evimi herkes bilir. Ama ben; içimden içerdeki, masanın başında oturan ruhuyla konuşmaya çoktan başlamıştım.
Ne yaşadığın önemli değil. Suçlu ya da haklı olman önemli değil. İhtiyacın varsa bana dilediğin her şeyi anlatabilirsin. Her ne olursa. Sana şaşırmam. Seni asla yargılamam. Geçmişte yaşadığınla ilgilenmiyorum. Sana sadece şefkat göstereceğim. Sadece kimi zaman yoksunluğundan solduğun sevgiyi hatırlatacağım. Asla konuşmak zorunda değilsin. Duyularını kapatsan da olur. Sadece aç kalbini.
Burada istediğin kadar ya da iyileşene kadar dinlenebilirsin. Burada hiçbir şey seni rahatsız edemez. Birbirini anlayan ve birbirini özgür, kutsal varlıklar olarak gören iki yargısız sessizlik her şeye muktedirdir. Kalbimin sesini duyacak şekilde göğsümün üstüne koy başını. İstediğin kadar uyuyabilirsin. Kendine geldiğinde iyileşmiş olacaksın. Göğsüme koy başını...
Emre Güney
Temmuz 2016
Cok etkileyici...iyi gelldi...tesekkur ederim.
YanıtlaSilBeğendiğinize sevindim Emel Hanım.
Sil